Ali Ayçil dizelerini daima akraba bulurum, ilk kez okuduğumu düşünmem bile, denemelerinde de bundan farklı düşünmedim. Benzer şeyleri gözlemliyor, kıvanç duyuyor, burukluğunu yaşıyor, yanı başımda konuştuğunu duyuyorum. Örneğin, onu çaresiz bırakan ölüm, işte hepimizin ortasında çırılçıplak ve yapayalnız. Alışkanlıklarımız, korktuklarımız ve hakkında konuştuğu şeylerin hiçbiri bizden uzak değil. İletişim kurma biçimi de bize uzak değil, bir yaralının yakını gibi. Ama kesinlikle sesini yükseltmiyor, olanca dirayetiyle sabrediyor. O, bunu kişisel kaosu olarak adlandırıyor.
Arasta’nın Son Çırağı ve Naz Bitti’nin ardından uzun süre bekledikten sonra, Bir Japon Nasıl Ölür diye sordu zannettim, aslında hayret ettiğini sonradan fark ettim.
Geleneksel Japon şiir türü Haiku biçimiyle yazdığı şiirden alıyor kitap, ismini: Bir Japon Nasıl Ölür. Kitapta iki bölüm, yirmi dört şiir ve şiirlerin tamamına sirayet eden bir dinginlik ve sükûnet var, bu şairin kişiliğinden dile de, üsluba da, içeriğe de yansımış. Bu sükûnet bilinçli bir tercih olmasa gerek, bir yorgunluk ve arkasındaki savrulma hissediliyor. Bal/Kan şiiri, yani kitabın ilk şiiri, tam da bu duygudurumu özetliyor. Bir köşede yaşlanmayı beklerken yazılmış, dağılmaya hazır bir irade resmediliyor: “bir kıyıda alnımı buluyorum/ bir kıyıda alnımın izlerini.”
“Dili yücelten yalnız şairler değildir. Fakat dili yüceltebilen şairler mutlaka çağlarının şairleridir.” der Hüseyin Cöntürk. Ayçil, bu referansla bize hatırda kalıcı/aforizmik dizeler bırakıyor: “burada bir boşluğa kapı yaptılar beni.” Duru bir Türkçe öğretiyor şair. Birçok şairin dilinde klişeye dönüşebilecek sözcükler Ayçil’in şiirlerinde özgün dizelere dönüşüyor. “Biz düşerken/ gülden/ bahseden şairler de vardı…” Bugün bir geleneğe doğru yön alan, derleme sözcükler üzerine kurulu dizelerin aksine bir anlam şiiri yazıyor. Örneğin bu bağlamda çiçekler ayrıca konuşulmayı hak ediyor. “bir teselli olacaksa burada çiçekler dikiliyor her mevsim.”, “biz o çiçeğin eski adını da biliriz, herkeste açar.”
Kitap ilerledikçe şairin çevresindeki gündelik yaşamı olabildiğince gözlemlediğini fark ediyoruz. Metrobüste, bozkırda, pencerede, sokakta, alışverişte yani her yerde izliyor. X-ray cihazından geçerken üzerindeki ölümleri çıkarmayı unutan ölümlüleri izliyor. İç ülkesinde gürültü çıkaranları izliyor. Belki de bundan hicap duyuyor. Kente sıkışmış olmanın içe kapanıklığı ve böylece bir kaçış yeri olarak bozkırın kitabın geneline yayılmış bir tema olduğu açıkça okunabiliyor. Kentli olmak hafıza-i beşerden, nisyanla malul beşerden çok şeyler götürecektir. Bu yüzden şair bir bozkırlı olarak ve şehirden sakınarak bir virt gibi tekrar edecektir, “her sabah kalkınca yollara yol diyorum, kuşlara kuş, suya su.” Ayçil çoğunlukla baba evine sığınıyor, şiiri tütün kolonyası kokuyor, şiirlerinden sonra bir adet gereği baş sağlığı diliyorsunuz.
“üstümde biçilmiş ekinlerin kokusu
beni yemiş sanıyor üstümde uçan kuşlar.”
Ayçil’in şiiri duyarlılıktan besleniyor. “Hem Yaralı Hem Yakını Bir Yaralının” şiiri, bir Türkiye motifi çiziyor. Bu motif içerisinde de şair kendi köşesinde duruyor, “ağır bir halkla yürüdüm” dese de dünyada tek kaldığını inkâr edemiyor. Yine, “Su Göçerleri İçin Ağıt”, mülteciler için yakılmasıyla kalıyor: “insan evini balıklara taşıtınca/ şu tuzlu dilden başka tek eşya kırılmıyor.” Ayçil, varlık evinde, boşlukta bir portrenin şiirini yazıyor. “kırıldı kuş sesinden direkleri dünyanın kaldım eşikte sübyan.”
Kitaba söyleyiş sesinin bütünlüğü hâkim, kendi ritmiyle bir müzik de yayılıyor. Şair, sözcük kullanımında alttan almıyor, postmodern kavramlar şiir içerisinde rahatlıkla dünyadan bir şiir yazıyor. Ve bu şiir ütopyadan ya da geçmişten değil, doğrudan bugünden, bugünün gerçekleriyle yazılıyor. Ama tarihi de biliyor ve önemsiyor çünkü bugünü dengelemek için terazinin bir kefesine tarih koymak icap ediyor.
“bir sabah dünya boşken kalkıp sordum kendime: neyin var taşınacak?
şu kırık dal sesinden, şu tökezleyen ırmak gürültüsünden başka
neyin var sen gidince aklı sende kalacak!”
Kitap hakkında yapılabilecek en net tespitlerden biri, şairin çokça referanstan yararlanmasının ifadesidir. Krişna’dan Eski Ahit’e, Buda’dan Bulgakov’a, Sami Baydar’a, Marek Brzozowski’den, Li Po’ya, Başo’ya birçok selama tanık olunuyor. Bu bir risk olduğu kadar bir güç gösterisi de. Nitekim bu referanslarla çok güçlü şiirler kuruluyor.
“sis ırmağa inmeden kalkıp gitmemiz gerek
‘uyan hadi kelebek daha yolumuz uzun’ ”
Ayçil, son 10 yıla yayılmış bir kısım şiirleri ile güzel bir seçki oluşturmuş. Güçlü omurgası ve duyuşsal yetkinliğiyle nesneler dünyasında bir gözlemci olarak bulunuyor. Kendisine oluşturduğu tek kişilik alandan haz alarak ama büyük dünyanın farkında olarak özgür bir şiir yazıyor, bu da tam olarak tepki eylemini oluşturuyor. Kişisel kaosuna karşı kaybettiğini ve yenilgiden döndüğünü söylese de şair, yeni bir savaşa hazırlayacağı şiirleri nasıl beklemeyiz?
Hasan BOZDAŞ | Hece Dergisi, 257