Şiir kitapları değerlendirilirken, terazimizin diğer türlere oranla çok hassas olması gerektiği kanaatindeyim. Hele ki bu kitap şairin ilk şiir kitabı ise… Bu hususta herkesin dayandığı tenkit usulü veya kıstas farklı tabi. Şiir ve kıstas! Bin dört yüz yıllık yazın geleneğimize baktığımızda birçok türün zamanla yerini başka türlere bıraktığını görürüz. Şiir öyle mi! Süleyman Çobanoğlu’nun tabiri ile çobanı ve padişahı şair bir milletten bahsediyoruz. Zaman içerisinde farklı terkiplere bürünse de şiir her zaman yazınımızın ana kaynağı oldu. Peki o günden bu yana tezkirecilerimize ve dönemin edebi tenkitçilerine bakacak olursak, şiir konusunda kıstaslarını şu iki nokta üzerinde belirginleştirdiklerini görürüz: Birincisi, şairin şiirinin daha önceki şairler ile ne ölçüde bir rabıtası bulunuyor. Buradaki ince nüans geleneği tekrar etmek değil, var olana ne ölçüde yeni bir şey aktarıldığı üzerine. İkincisi, şairin dili yani kendi çağının dilini şiirde ne ölçüde sınırları zorladığı. Kullandığı imgeler, mazmunlar, semboller, imajlar vs. ile kendi çağının ifadelerini ne derece dolaşıma sokabildiği önemli şairlik kıstaslarından. Divan şiirinin kullandığı mazmunlar hep aynı olmakla eleştirilmişti. Bu eleştiri divan şiiri denilen döneme basmakalıp yaklaşımdan ve derinlemesine analiz yapılmamasından kaynaklanmakta. Çünkü divanda içerik bir geleneğin içinde sabit olduğundan bizler, anlatılanın aynı olması ile kullanılan dili ve şiirselliği de tek düze olmak gibi bir yanılgı içerisinde değerlendiriyoruz. Oysa divanda iyi şair kıstası, var olan anlatı geleneği içerisinde kendi anlatısında yeni mazmunlar oluşturup, oluşturamadığı değerlendirilerek dikkate alınır. Kısa bir örnek vermek gerekirse; divan şiirinde âşık hep bir gurbet ve sevgiliden uzak hasret duygusu içerisindedir. Bu uzaklığı ifade etmek için “Çin, Maçin vs” gibi ifadeler kullanırken divan geleneğin son döneminde şairler uzaklığı kendi çağının kavramları olan “telgraf, buharlı makineler vs.” ile ifade ettiğini görmekteyiz.
Şiir ile ilgili herkesin malumatı olan bu bilgileri vermedeki gaye; “şiir ve kıstas” bu iki kelime gelenekte nasıl bir ölçü ile sunulmuş ve Hasan Bozdaş’ın kitabını en azından modern tenkit kurallarının yanında geleneğimizi de dikkate nasıl bir çerçevede değerlendirmeye tabi tutacağımız meselesine bir dibace olsun istedik.
Hasan Bozdaş’ın ilk şiir kitabı olan Adil Bir Akşam’a dair öncelikle genel bir değerlendirme çerçevesinde bir girizgâh yapacak olursak; hep söylenegelen bir durum; şairi, politik duruşu, yaşadığı çağ, dünya algısı, doğduğu coğrafya vs. gibi durumlardan bağımsız değerlendirmek imkânsızdır. Bu çerçeveden bakınca, Hasan’ın şiirlerinde yaşadığımız çağın Müslüman zihinlerde yarattığı kültür şizofrenisi ve Müslüman gencin zihin kırılmalarını dizelerde sıkça işlediğini görmekteyiz. Hasan Bozdaş bunu sosyolojik analiz çerçevesinde değil, kendi bireysel hakikati ve gerçekliği olarak dizelerde işliyor.
Kitaba morfolojik açıdan baktığımızda, ilk bakışta şekilde dikkat çeken unsurlardan biri, bütün şiirlerin bölümlenmesi ve her bölümü de isimlendirilmesi, diğer dikkat çeken unsur hemen her şiirde sorular olması. Bu soruların ilginç bir özelliği bulunuyor. Şiirde yöneltilen sorular çoğunlukla karşıdan cevap almak niyeti ile sorulmuyor, yine şair kendi cevaplaması için kendisine sorulmasını talep ediyor. Bu durumun şairin anlatıya dayalı bir üslup benimsemesinden ve kendi hakikatini ısrarla vurgulama isteğinden kaynaklandığı görülmekte. Kitaptaki şiir başlıklarının ise çağın şiir dili dikkate alınarak seçildiği görülmekte. Yine kitapta yer yer kelimelerin anlamlarının bilinçli şekilde kırıldığını ve bunu biçimsel bir kusurdan öte bilinçli bir tercihle yaptığını söyleyebiliriz. Şekil açısından dikkat çeken diğer bir unsur, iki şiirinde (Jüriden Önceki Dünya, Sen Ben Demokrasi) denediği manzume terkibi ile yazılmış bölümler bulunmakta. Bu tarz terkip ile daha önce Turgut Uyar, Ece Ayhan ve daha sonraları birçok şair yazmıştı. Kendi çağının dili ve terkibi peşinde koşan bir şair için bu tarz terkiplerin tekrarı dezavantajlı ve olumsuz bir nokta olduğunu belirtmek gerekir.
Kitaptaki şiirlerin muhtevasına baktığımızda; şiirlerin içeriği, kullanılan imgeler, kelime seçimi çağdaş terimler ile dile getirilse de şiirinin bağlı olduğu gelenek ve kültürel kodlar net şekilde okuyunca bize kendisini hissettiriyor. Yazının girişinde tezkirecilerin iyi şair kıstasında ölçüt olarak sunduğu içerikte kendinden önceki şairler ile rabıtası meselesinin de Hasan Bozdaş şiirinde sağlam olarak muhtevada kendini gösterdiğini kolaylıkla söyleyebiliriz.
Bir şairin en önemli şairlik göstergelerinden biri de kendi çağına ait olan kelimeleri şiir yolu ile dolaşıma koyabilmesi yeteneği. Hasan Bozdaş’ın şiirlerinde kendi çağının kavramlarının bilinçli şekilde ve bu amaç doğrultusunda yoğun olarak kullandığını ifade etmiştik. Hatırla Defteri, şiirinde geçen;
“ölüm bir süpernova bulutu”
dizesi ile, İnsan vs İnsan, şiirinde geçen;
“ve ölü çocuklar,
layk. layk. layk”
ve
“google’den sabır ayetleri ararken gördüğümüz”
dizeleri gibi şairin yine birçok şiirde bu tarz kavramlar ile kendi hakikatini dile getirdiğini görmekteyiz. Ancak bu durum önemli şairlik göstergesi olmasının yanında bir de önemli bir tehlike de şairi beklemekte. Kendi çağının bu gibi kavramlarının şiir yolu ile dolaşıma sokulması, eğer kavramsallaştırma kapsayıcı olmazsa yani bir sonraki nesillerde bir karşılık arz etmeyecek olursa şiirin çöpe gitmesi tehlikesini doğurur. O yüzden bu tarz kavramsal kullanımların kapsayıcılığının ve terim olarak toplum lügatinde dolaşım süresinin şair tarafından iyi hesaplanması gerekir.
Şiirlerin muhtevasında dikkat çeken bir diğer unsur şairin hukukçu kimliğinin birçok şiirinde hukuk terimlerini imge kullanımı ile karşımıza çıkıyor. Bu durumun gerekçesini analiz etmek için çok da derinlemesine şiirine bakmaya gerek yok kanaatindeyiz. Çünkü Bozdaş’ı şiirlerine dair genel değerlendirme yaptığımız kısımda, tamamında sosyolojik analizlerden öte kendi yaşadıklarını yazma gayesinde olan bir şair olarak ifade etmiştik. Bundandır ki şairin zihninde hukuk terimleri ve mesleğini yaparken yaşadıkları, şiirin muhtevasını şekillendiren ve Hasan Bozdaş şiirinin kendine haslığını ortaya çıkaran bir durum olarak şiirinde yer alıyor.
Şiirlerin içeriğinde yer yer kendini hissettiren devlet ile bir cidal söz konusudur. 28 Şubat sürecinde ailesinin ve çevresinin yaşadığı politik cendere onun şiirinde imgelem olarak devlet ile cedelleşme biçiminde ortaya çıkıyor. Bu durum Ece Ayhan’da olduğu şiirlerinde devlet ile kavgaya benzetilebilir lakin ortak paydada ayrıldıklarını düşünüyorum. Zira Hasan Bozdaş devlet ile mücadelesi bir küslük çerçevesinde ele alınmalı. Gerek mesleği itibari ile bürokrasi içinde sıkça bulunmak zorunda olması, gerekse de yaşadığı politik cendere onu devlete olan cidala icbar kılmış, durumda. Şiirinde yapılan, ötelenen ve yok sayılan tavırların ortadan kalması ve kendisine uzatılan ele severek uzanacağını görürüz. Dizelerinde devlete dair düşmanca bir tavırdan öte bir küslük vardır. Hasan Bozdaş, devletin sırtındaki akrebi haber vermeye çalışan Müslümanca bir tavrı dizelerinde işlemeyi tercih ediyor. Bu durumun şiirinde belki de en net hissettiğimiz, Mavi Muşambadan Okyanus şiirinin şu dizeleridir:
“her şeye ne mutlu başladık, nazar değdi ne mutlu
tanklarımız evlerimizin yerlerini bilmezdi
90’ları spielberg çekmedi, ben doğdum”
ile
“bir çocuğu evine bağışlamak:
canım köy yandı ve kadın, büyük, yaşlı
erken, çocuk, teyze, ayakkabısız kaldı
ayakkabı, milli güvenliğin önündeki en büyük engel
bir sürü esmer düz çocuk, köylerinin vadilerinde
bir de ellerinde ak-47’li böceklerin
dolaşma ihtimaline karşılık
yalınayak beş sıradağ geçtiler.
kavimler göçüyor kendi ülkelerinden, nereye?”
Hasan Bozdaş şiirinin içeriğinde uçmak, uçak ve havacılık kavramına ayrı bir parantez açmak gerek. Aslında bu durumu Cahit Zarifoğlu’nun uçmak özlemi ile kardeş bir duygu olarak görebiliriz. Hasan Bozdaş’la şahsi tanışıklığımız sebebiyle gönül rahatlığı ile şunu söyleyebiliriz ki; bu durum onun ikame bir arzu, hasretten öte tamamıyla doğuştan gelen uçmak ve havacılığa dair özlemi. Bu yüzden gönül rahatlığıyla şiirinde kullandığı bu imgeler Cahit Zarifoğlu ile kardeş bir özlemi paylaşıyor, diyebiliriz. Şiirleri içerisinde yer yer bu olgu ile ilgili imgeler bulunsa da tamamıyla havacılık ve uçmak üzerine kitabında bir şiir yer alıyor. Remove Before Flight şiiri. Bu şiirde yer alan bölümler de yine havacılık terimi ile adlandırılmış. Bu şiirden küçük bir pasaj paylaşmak gerekirse:
positive rate of climb, gear up
“flap topla, takımları kaldır
-sendeyiz center
seyrüsefer yapıp geleceğiz, yeni bir galaksi bulmuşlar
-insanlar uzaylıymış diyorlar doğru mu?”
Cinnet kavramına da içerik değerlendirmesi yapılırken kısa da olsa değinmek gerek. Şiirinde yaşadığı çağ ve toplumda zihinlerin çoğu kez farkında olmadan hatta büyük bir haz duyarak yaşadığı cinnet hali ve kültürel şizofreni, şairin zihnini derinden etkilediği gibi dizlerinde de kavram olarak sıkça yer buluyor. Yine sadece bu kavramı ifade eden “Cinnetin Etimolojisi” şiirinin yanı sıra diğer şiirlerde de bu kavrama başvurduğunu görüyoruz.
Söyleyişte bütün şiirler içerisinde nadir diyebileceğimiz birkaç dizede özgün olmayan kullanımlar göze çarpmakta: “adına eylül dedikleri bir çocukluk vardı” gibi ve biçimde ona ait olmadığını haykıran bazı kelimeler buluyor. (sayfa 18’ de bulunan “sürek” kelimesi gibi.) Bu durum tüm kitap içerisinde çok az bulunan tespit ettiğim kullanımlar. Kitabın geneli içerisinde söyleyişte bu tarz küçük aksaklıkların ilk şiir kitabı için gayet doğal olmakla beraber söyleyiş için genel manada özgün ve kendi sesini yoğun olarak okura hissettirdiğini söyleyebiliriz.
Kitaba fonetik açıdan baktığımızda, üslupta bilinçli olarak tercih ettiği anlatıya dayalı dizeler, soru ve cevapları yoğun olması, anlamı daha çok ön plana çıkarılması ve yine bilinçli şekilde bazı kelimelerin morfolojik açıdan kırılması, yine sentaks açısından bilinçli şekilde kırması genel anlamda şiirin müziğinin zayıf olmasına neden olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumun bir kusurdan öte bilinçli bir tercih olarak karşımıza çıktığını görüyoruz.
Sonuç olarak Adil Bir Akşam ilk şiirinden son şiirine kadar aralarında morfolojik, semantik, sentaks ve fonetik açıdan büyük farkların olmadığı bir kitap. Bu durum şairin ilk kitabı için gayet olumlu bir tablo önümüze çıkıyor. Çünkü bir şiir kitabını elimize aldığımızda ilk şiirden son şiire kadar çok güçlü şiirlerin yanında zayıf şiirler de çoğunlukla dikkatimizi çeker. Hasan Bozdaş’ın kitabı için bu olumsuzluğu söylemek zor. Kanaatim kitap, ilk olmasına rağmen şair hakkında ipucu vermesi açısından önemli bir gösterge. Günümüzde şair ve şiir için şu yanılgıdan kurtulmamız gerek: İyi şair ve iyi şiir gibi derdimiz olmamalı. Yeni şair ve yeni şiirin derdinde olunmalı. Özellikle henüz kuşak olarak kendi poetikasını oluşturup oluşturamayacağı tehlikesi ile karşı karşıya olan 2010 kuşağı için bu yanılgıdan acilen kurtulup “iyi şiir ya da iyi şair değil mi?” safsatasını dayatanlardan uzaklaşıp, kim ne derse desin, yeni şiirin imkânları zorlanmalı. 2010 kuşağı şairlerinden olan Hasan Bozdaş, ilk kitabındaki şiirlerinde yeni şiirin imkânlarını zorlayan ve gayesinin de bu olduğu şiirlerinden açıkça görülen bir isim. Şair için “Yeni bir şiir dili ve imkânını oluşturdu” demek büyük iddia olur. En azından ilk kitabı ile buna talip olduğunu hissettiren şiirler ile karşımıza çıktı. İlerisi için bekleyip göreceğiz hep birlikte. Allah şiirinin ve kitabının bahtını açık etsin.
Abdulkadir ÜSTÜNDAĞ | Alandayız, 01