Regarde! Je viens seul m’asseoir sur cette pierre
Où tu la vis s’asseoir!*
Mayıs’ı nasıl yarıladığım şaibelidir, bahara nasıl kavuştum ve nasıl bitirdim, şaibe. İki bardak çay haricinde bir şey hatırlamıyorum bahardan, ellerime kırılmadılar, keşke, dökülmedi kan, sebebi tütsüne dokunmaları. Baharı nasıl çıkardım, bahara nasıl çıktım, baharı elimizden neden aldın, bunlar hep kahır. Fuat Edip Baksı, bu söylediklerimin şiirini yazmış olmalı.
Ben duymuyorum, birazdan bir kedi gece yarısında bir arabaya kavuşacak, iki bin metre rakımda göz gözü görmeyecek, yağmuru bile, bir gölden çıkmış gibi çıkıyorum yağmurdan, aslında o göle ayın nasıl düştüğünü görmelisin, Li Po görmüştü, aya sarılmak için kayığından düşmüş, öylece ölmüştü. Ben sürmeye devam ettim, ilk kez dağları bu kadar yakından gördüm, ilk kez dağlara kadar sürdüm, suya düşeyim istedim, neden düşmediğimi sen de bilmiyorsun.
Dağlara sürdüm diyorum, ‘Güzelim’ diye bir köyü var dağların. Allah’ım, ‘Güzelim’ diyorlar köylerine, en çok burayı mı kayırdın, bizi neden buraya yağdırmadın? Bize neden bir duvar…
Bir duvara kaç gölge sığar kimse bilmiyor oysa. Biz sığdık. Butik bir duvara bir aynalı kafes, iki nefes, iki gölge ve çaylarımız sığdık. Ahşap bir masaya sığdık, ben sadece sığındım. Bir tipiye sığındım, o kadar büyüktün yer aramaya utandım, bir taşa sığındım, taş şubatta kalmıştı, kaçtım, bir yola sığındım, yol baharı bitirdi.
Bahar bitmiştir ve gitmek gerek, bahar bitmiştir ve öldürülen çocuklar, böcekler… Bunlar hep içimizde değil midir, öyleyse kimden nereye kaçıyoruz?
Dünyayı artık değiştiremem, ancak kaçabilirim. Buraya ne verebilirim hesaplaşmaktan başka? Sen gelmedin diye kaçtım.
Üç tarafı kimsesizlikle sarılmış, bir kapı açık bırakılmış akarsuya, sen niyetine vururlar, çadırını kur, semaverini demle, uzan ve geceyi bekle. Birkaç kitap sonra burası kendini suya bırakacak, ağaçlar kendi aralarında sana bir döşek serecek. Sen denizden uzaksın diye dağlarınsın, denizi yazmaya utanırsın.
Burası gece, burası zifir, burası korkudur. Fiyortların başında damlayan bir cümbüş yoktur, Sepehri olsa Suyun Ayak Sesi’ni okurdu, çok dram bir şiirdir, sonunda esas oğlan ölmek istemektedir, çünkü akmaktadır akmakta olan, ellerini uzatarak tutamazsın suyu, gel-git artık bir elektrik felsefesidir.
Dağlara sürdüm diyorum dağlara, yazık uçacak bir koy bulamadım, yazık gece çöktü, her şey su rengine büründü, ay suyu boyadı, yüzümü gördüm, korktum, demek benden korkman bundandı.
Ateş de korkudandır. Çayımın karanfili yok, korktum diyorum korktum, küfrandır bu kaçış korktum, kelebekleri ateşe atlar görünce korktum, siz ne aptal şeysiniz, böyle bir tek başınalıkta bile ders vermek istersiniz korktum.
Bahar bitti, oysa dün gelmişti. Bir dağın başında kızdım sana, titredim bekledim gün doğsun. Doğurmadın, ben de o kayanın başında tek başıma oturdum.
*Alphonse de Lamartine, Le Lac