Bir Ölümlü İçin Pek Çok Ölüm: Adil Bir Akşam | Nergihan YEŞİLYURT

 

Şiiri duyumsamak ferahlıksa, şiir üzerine konuşmak her zaman son güneşler gibi insafsızca yakıcıdır. Çünkü okurun kendi şairini kendi şiir sesini açık etmesi demektir şiir üzerine konuşmak. Şiir üzerine konuşmanın şahsîliğinin altını çizdikten sonra, çok yakından tanık olduğum şiirlerden biraz bahsetmek isterim.  

“Adil Bir Akşam” bir adam-çocuğun, dünya denen mavi düğüm karşısındaki serzenişlerinden müteşekkil. Ne kadar “uyuttum seni dünya” diyerek bizi şiir evrenine alsa da uyumayan, uyutmayan dünyadan kurtulamayarak ölüp ölüp dirildiği bir kitap. Ölmek konusunda oldukça ciddiyim. Hasan, tam 63 kere ölmekten bahsetmiş. Doğrudan ölüme değmediği yerlerde de cinayet, katil, intihar, kıyamet, cennet, lahit, tabut, mezar, ceset, cenaze, otopsi, ötenazi, adli tabib, çürümek, dirilmek imgeleriyle yine ölümü kurmuştur. Bari çiçekleri yaşasaydı diyor insan, ama Hasan büronun karanlık yerlerinde çiçeklerini de öldürmüştür:

izleyip ölü çiçeklerimin yoklamasını:
-sen de yoksun. (s.13)

kokla, çiçekler ölürken de güzel pencere. (s.22)

çiçeklerimin öldüğünü haber etmişler, sevindim
masama sığmıyordum şimdi biraz daha sıkışacağız
(s.89)

Hasan, kuşları cinayete kurban gitmiş diye mi “ölümlüğünü hesaplıyor” bilmiyoruz. Ancak kişisel kanaatime göre, Hasan’ın şiir evreninde avukatlığı ya da çocukluğu değil de “ölümlülüğü” başrolde. 19 şiir içinde yalnız bir şiirde doğrudan ölüm geçmiyor: “İçinden Yol Geçen Herhangi” isimli şiiri umuda sevk edercesine “doğum” ile başlıyor. Ancak bizim konumuz “doğmak” değil. Bir istatistik verisi olarak burada dursun bu şiir. Meraklısına…

Hasan, neden bize bunca ölümden bahsediyorsun diyorum:
insan ölünce çiçek kokar
sen ölümlü çiçek bahçesi
çok bağırdım acıdan ve kalabalık da inandı
çok beğendim
diyor.

Aklıma Pessoa’nın bir şiiri geliyor: “Numaracı biridir şair./ Öyle ustaca numara yapar ki,/ Gerçekten acı çekerken bile/ Rol yapıyormuş gibi görünür./ Ve yazdıklarını okuyanların/İyice hissettikleri,/ Onun çifte acısı değil,/ Sahte acılarıdır kendilerinin.”

Sahi numaracı biri midir şair? Ölümlülüğü numara mıdır? Sonsuza kadar yaşayacak olan kelimeleri alıp bize nasıl kefen biçer onlarla? “İnsan vs. İnsan” şiirinde “babamın emekli maaşıyla cennete giremem/ günleri bilir ve ölümlülüğümü hesaplarım” diyerek şair kendi gerçekliğine kapı açıyor. Numaradan değil, “babam fıkıh okur, ben avukatlık yaparım” diyor.

Şair, şiirinin somut bir tanığıdır, tüm kitap yolculuğumuz boyunca görüyoruz: Sokaklarının içinden geçtiğini, pencerelerinin içeriye baktığını, ağaçlarındaki kuşları kendinin vurduğunu…

Hasan “ben ölmek istiyorum, annem mürüvvetimi görmek istiyor” derken bir yandan da “intihara bir hayır kurumu olarak bakmamalısın” diyebiliyor da. Her türlü ölüm mevcut şiirlerinde. Yaşarken ölmek de.

oysa seni güzellemekle başlamak isterdim
gösterişli ve çok okumuş, az ölmüş bir ceset
az yaşlanmış bir ceset, hiç yakışıklı olmamış
  (s.80)

Ancak bu yaşarken ölmek, uhrevi bir anlam taşımaz. Yaşayamamaktan ceset, ölememekten ceset. Sonuç olarak nefes alıp işe giden bir ceset görürüz mısralarda. Dostlarıyla da erken vedalaşır: “ölürken diyeceğim ki/ sonra görüşürüz göğ” (s.48). Şiirlerle ilgili sır vermeyecektim. Neyse. “Ölüm de facto” zaten, sır çabuk yıkılır, ben söylerken daha okur unutur bunu, unutulan ölmüştür, ölü unutulmuş değil, ölüm unutulur, nefes almak unutuşta. Ama “ölüm kaybolmuyor doğada”. Unutsak da…

Kitaptaki onca ölüm bahsi içinde hiç üzerine toprak atılmış biri göremiyoruz, çünkü ölüm derken yaşamayı başka türlü izah edemiyorum diyor bize şiir: “o kadar çok korktuk ki ölmekten/ kimse farkına varmadı tek kaldığının/ acemiliği bu, yaşamakta olmanın.” Ölüm derken yaşamayı yüceltiyor. Bazen de sadece ölerek yücelebiliyoruz: “ölü çocuklar/ layk. layk. layk.

Hatta Hasan ileri gidip “ölüm de bir ihtiyaç” diyor, neredeyse masamızda oturan biri gibi ölüm artık. Yazının başında bir tabir kullanmıştım: Çocuk-adam. Bunun açılımını şimdi yapayım. Şiirlerden bu kadar ölüm geçiyor, ancak hiç karanlık duyumsamıyorsunuz, evet hiç. Çünkü çocukluğun en saf algısından, kırılgan bir ölüm bu. Masamıza oturan, bize gelen tatlıyı yiyen… Kırgınlığımız yaşamakla ilgili çünkü. Ölüm gibi net bir olgu bile gerçekte olduğundan daha bükümlü şekilleriyle karşımıza çıkabiliyor bir şairin kaleminde. Hasan, “bir cesede nasıl davranacaklarını anlatıyor” insanlara. Kabul, büyük cümleler kurup zaten ölümün büyük harflerle gezdiği, insan olmanın istatistiklere takıldığı Orta Doğu coğrafyasında bir şairin ölümü bu kadar diline dolaması normal diyebilirdim. Canımızı yakan, küçük cinayetler, Bachmann’ın tabiriyle günlük cinayetler olmasaydı.

O nedenle Hasan’ı, kitabın son mısraında “elbette kendi kendime ölebilirim” derken görünce şaşırmıyorum. Büyük harflere gerek yok işte çünkü “cebimdeki son şefkatle sevecek katiller buldum” diyor. Hasan’ın şiiri tam olarak böyle bir ölümden bahsediyor, maskeleriyle yaşam balosunda gezen gündelik ölümden. Belki bu yüzden bu kadar çok ölmek var şiirinde: Ölmek sıradan kelimelerden.

Nergihan YEŞİLYURT | Muhayyel 6, Ekim 2018

Bir yorum yazın...

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s